24 Nisan 2012 Salı

Haydar Ergülen-Aşk Şiirleri Antolojisi

Değişik ilgilerin ağına düşmüşken diğer blog kullanıcılarına biraz öykünerek, belki imrenerek hatta kıskanarak okuduğum kitapların fotoğrafını çektim. Sizlerle kitapların içeriklerinden yola çıkarak fotoğraflarını da paylaşacağım.

İlk kitabım nette ilk karşılaştığımda Haydar Ergülen "Acaba antoloji mi hazırlamış?" diye düşünmeme neden olmuştu. Kitaba sahip olduğumda ise Haydar Ergülen'in eski-yeni benim için tazecik şiirleriyle karşılaştım. Başka şairlerden derlenen aşk şiirlerindense Ergülen'in şiirlerini okumayı tercih ederim. Gerçi diğer anlamda da derleyici Haydar Ergülen olacağı için yine tercih nedenim olacaktır. Sonuçta 80 kuşağının en iyi kalemlerinden biri. Okuma ve beğeni listesi de benim için çok önemlidir.

Elimdeki kitap Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından 2011 yılında basılmış. Dört bölüm halinde. İlk bölümün adı yok, ithaf var. Kitabın yaklaşık olarak dörtte üçünü oluşturan uzunca bir bölüm. Diğer bölümler ise "Yıllanmış Şiirler", "Aşk yaz, bir boşluk bırak" ve "Aşkın 'yüz'ü" başlıklarını taşıyor. Her bölümde ayrı ayrı sevdiğim şiirler oldu. Dergilerin, okuduğum kitapların, yazılı kağıtlarının kıyısında duran kitap. Arada keyif almak, haz duymak, kederlenmek, neşelenmek, hüzünlenmek için birebir.

Şiir kitaplarını hiçbir zaman belli bir ritimle okuyamamışımdır. Ya haftalarca elimden düşüremem ya da aylarca yüzüne bakmam sonra birkaç gün delisi olurum. Okuyup yüzüne bakmadığım sevdiğim kitaplar olduğu gibi, başucumda bulundurduğum kitaplar da mevcuttur. İnternetten sevdiğimiz şiirlere ve şairlere ulaşmak çok kolay artık. Tedavi edilmem gereken zamanlarda ihtiyacını hissettiğim şiiri güvendiğim sitelerde aratıp okuyorum.

Uzun zamanlar süren bir şiir kırgınlığım vardı. Özellikler de yorumlayıcılardan nefret ediyordum. Bu çok değişmiş sayılmaz. Selçuk Yöntem'in yorumladığı şiirler dışında diğerlerini sevmem. Artık takip de etmediğim için o konunun cahili olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. Şiirden uzaklaşma halini aştım. Yeniden şiiri sever, değer verir, yaşamımda yer verir oldum. Bunda Twitter'ın yadsınamaz bir etkisi olduğunu düşünüyorum. iyi şairler iyi cümlelerle her an ekranınızda beliriveriyor.

Kitabın ilginç yanlarından biri daha önce Psikeart'ın "Aşk Acısı" sayısında şairin nesir olarak yazdığı "Mektup aşktan da acı" metnini kitapta şiir olarak okuyor oluşum. Şairin güzelliği bu. O şiir tadında nesirdi. Bu nesir tadında  şiir.

Şu gün, şu biraz siyah, biraz isli gün kitaptan cümleler alıntılayacağım. Uzak bir ülkeye selamlar göndereceğim. Zira tek iletişim kanalımız internet oldu göçmen sevgilimle. Ne güzel aşk var hayatımızda.

Ey Aşk
adınla başlayan acemiyi terk etme,
ustası olmasın sevmenin
Aşk mı
o şehre yıkacak kalbim çok benim
Aşktandır marifetim, kalbim beni utandırma!
Ey Aşk
başka adın
yok muydu senin?

Anıları sevdiğimi sanırdım
meğer yalnızca hatırlıyormuşum
Mutluluk değil mutsuzluk diye
güneşli değil bulutlu diye
sabah değil gece diye
Haziran değil Eylül diye
renkli değil siyah diye
severler aşkı şairler
ve "mutlu aşk yoktur" derler
"mutlu şiir yoktur" derler!

"Sis" şiirini fotoğrafladıktan sonra bir de Selçuk Yöntem'den nefis bir yorum dinleyin. Vedat Sakman da katkıda bulunmuş. Ne güzel. Vedat Sakman, Haydar Ergülen ve Selçuk Yöntem'i buluşturan ortak bir nokta var: Ankara. Ah, Ne güzel! Sanırım yakında ayrılmak zorunda kalacağım şehrimden, yoksa içinde nefes alıp verirken bir şehri böylesine sevmeyi açıklayamıyorum.


21 Nisan 2012 Cumartesi

SUSKUN

Blogger'ın yeni yüzü ile dün gece itibariyle tanıştım. Bilgisayar konusunda cahil olduğumu düşünmesem de yeni yayın oluşturabilmek için epeyce kurcalamam gerekti buraları. Bir yandan önümde yığılı sınav kağıtlarını ikişer, üçer azaltmaya çalışırken öte yandan en sevdiğim şarkılardan oluşan listemi dinlemekle meşgulüm. Sizinle birkaçını paylaşmaya karar verdim.

Şehrimde hava karanlık, yağmur yağdı yağacak. Uzak şehirlerden bir dost buraya gelmek için yola koyuldu. Arkadaşlarımla buluşmak için hala annemden izin almam gerektiğine -sebebi belli olsa da- şaşıyorum. Ardından izin alabildiğim bir annem olduğu için mutlu oluyorum. Göçmen sevgilimi Azerbaycan'a göndermek üzereyim. Hüzün de had safhada. Sevinci ve hüznü karıştırmışken çorba etmeden iki takıntımla tanıştırayım sizi.

İlki en sevdiğim gruplardan birinin umudunu simgeliyor:


İkincisi ise Le Trio Joubran grubunun kanaatimce en hüzünlü ezgisi :


Huzursuz, aceleci, heyecanlı biri olarak beklemek zorunda olduğum günlerden nefret ediyorum. Çabucak bitsin lütfen! İyi dinlemeler.

20 Nisan 2012 Cuma

YAZARKEN NELERE DİKKAT ETMELİ?

Notos'un blog sayfası olan "Notos:Hayal Adası"nda geçtiğimiz günlerde güzel bir yazı yayımlandı. Onların kaynağı ise "guardian.co.uk". Hem keyifli olması hem de "yok daha neler" dedirtmesi yönüyle ilgimi çekti, sizinle paylaşmak istedim.


Böyle bir başlık atıldığında, sanki yazmakla ilgili ortada evrensel kurallar varmış izlenimi uyanabilir. Elbette ki durum öyle değil. Yalnızca, bazı önemli yazarların yazmakla ilgili olarak verdikleri ipuçlarını ve önerilerini biraraya getirelim istedik. Belki sizin de bunlara ekleyecek birkaç şeyiniz vardır, kim bilir!

Elmore Leonard
  1. Bir kitaba, asla havadan söz ederek başlamayın.
  2. Hesapsız ünlem kullanmayın. 100.000 kelimelik bir düzyazıda en fazla iki ya da üç tane ünlem olmalı.
  3. “Birdenbire” sözcüğünü asla kullanmayın.
  4. Margaret Atwood değilseniz, bir yeri ya da bir şeyi tasvir ederken aşırı ayrıntıya girmeyin.

Diana Athill
  1. Cümlelerinizin ritmini kontrol etmek için, yazdıklarınızı sesli bir şekilde kendinize okuyun.
  2. Silin (hatta SİLİN): ancak olmazsa olmaz sözcükleri tutarak, gerekli sözcükler anlamlı hale gelebilir.

Margaret Atwood
  1. Uçaklarda yazmak için kurşunkalem kullanın. Tükenmezkalemler akabilir. Peki, ya kurşunkalem de kırılırsa? Kalemi açamazsınız, çünkü uçaklarda kesici alet bulunduramazsınız. O zaman: Yanınıza iki kalem alın.
  2. İki kalemin de ucu kırılırsa, metal ya da cam tırnak törpüsüyle ucunu açabilirsiniz.
  3. Üzerine yazacak bir şey alın. Kâğıt olabilir. Olmadı, bir tahtanın ya da kolunuzun üzerine de yazabilirsiniz.
  4. Bilgisayar kullanıyorsanız, yazdığınız her şeyi yedekleyin.
  5. Sırt egzersizleri yapın.
  6. Kitabınızı, okuyup fikirlerini söylemeleri için bir ya da iki arkadaşınıza verin. Asla, duygusal ilişki yaşadığınız kişiye vermeyin, tabii ayrılmayı planlamıyorsanız.
  7. Ormanın ortasında oturup durmayın. Kaybolduysanız ya da tıkandıysanız, geldiğiniz yoldan geri dönüp başka bir yola girin. Karakteri değiştirin, zamanı değiştirin, açılış sayfasını değiştirin.

Roddy Doyle
  1. Masanızın üstünde, sevdiğiniz yazarın bir fotoğrafı olmasın; hele ki o yazar, intihar etmiş bir yazarsa.
  2. Kendinize nazik davranın. Sayfaları olabildiğince hızlı doldurun: çift boşluklu yazın, iki satırda bir yazın ve her sayfa bittiğinde, bunu bir zafer olarak görün.
  3. 50. sayfaya geldiğinizde sakinleşin, niteliği düşünmeye başlayın. Gerginleşin budur.
  4. Günde sadece birkaç web sayfasına girin.
  5. Yazmadığınız kitabı gidip de Amazon’da aratmayın!
Richard Ford
  1. Sevdiğiniz ve yazar olmanın iyi bir fikir olduğunu düşünen biriyle evlenin.
  2. Çocuk yapmayın.
  3. Kitabınızla ilgili yazılan değerlendirmeleri okumayın.
  4. Kitaplarla ilgili değerlendirmeler yazmayın.
  5. Sabah sabah ya da gece geç vakitte eşinizle tartışmayın.
  6. Yazarken bir şey içmeyin.
  7. Editörlere mektup/e-posta atmayın (Kimse sallamaz).

Jonathan Frenzen
  1. Okur bir arkadaştır; rakip ya da taraftar değildir.
  2. Yazarken “Sonra” sözcüğünü kullanmayın. Bunun için “ve” sözcüğü var (Notos: Bilge Karasu’nun “ve” sözcüğünü asla kullanmamış olması geldi aklımıza!)
  3. Çok bariz bir birinci şahıs ağzı kendini karşı konulamaz şekilde ortaya koymadığı takdirde üçüncü ağızdan yazın.
  4. Bilgiye erişim ücretsiz ve evrensel olduğu için, roman yazarken kapsamlı bir araştırma yapmak da şart oldu.

Bunlar, yazarların öneri niteliğinde uyarılarının bir dökümü, özeti. Yalnızca bu kadar. Biraz eğlendirici, belki biraz da yol gösterici.

13 Nisan 2012 Cuma

KEDER GİBİ ÖDÜNÇ/HAYDAR ERGÜLEN




*Blogumda adını en fazla andığım, şiirlerine fazlaca yer verdiğim şairlerden biri Haydar Ergülen. İyi ki onunla aynı çağda yaşıyorum. Turgut Uyar, Ece Ayhan, Cemal Süreya, Tezer Özlü, Oğuz Atay, Edip Cansever'e yetişemedim; fakat ne güzel ki onunla aynı zaman dilimindeyim. Muhteşem dizelerin, harika sözlerin adamı. Bıkmadan mırıldanmayı sürdüreceğim dizelerini. Aklımın bir köşesinde daima tutacağım. Sevilesi.

KEDER GİBİ ÖDÜNÇ


Kağıttanmış kederi kelimelerin
boşluğun acısı cümleden ince

ağacın kederi yapraklarından
aşklar yerle bir oluyor gazelden önce

Yağmurun kederi mırıldandığı şeyler
ahşap hanesine bir yetim düşünce

Kiracıya benziyor aşkın kederi
yerleşmeden çıksa evsiz
yerleşip kalsa yersiz

benim şiirden başka kederim yoktur

- şiirde tren yok
bu ne kederdir?


* öleceği zaman hayvanlar gibi
saklanmak istiyor ya insan
saklanacak bir yeri olmalı
aşka, çocukluğa, anneye, şiire
ve eksik ölür insan

* suyu görünce taşmak istiyor
onun bir bardağı var benim hiç kimsem
...
Bir dize daha olacaktı burada ama
aklım suya gitti, unuttum

* gözler var aramızda
Hasan'ın gözleri
Selahattin'in gözleri
Ece'nin gözleri
Seyhan'la konuştuk da
Ece gibi bakmış sana doğru
onun babası da
' beni bırakma' der gibi
çocukluğuna baktı babam da

Gözler dolaşıyor ruhumuzda
çarpmayın bakarken
kırmayın geçerken
o gözler bizim şiirimiz
sıcacık ekmeğimiz
ta çocukluktan kalma
o gözler hem çocuk hem baba

*
anne ağladığında gördüm
çocuğun büyüdüğünü
hayvan ağladığında
ağacın küstüğünü duydum

Dağlar dikine gidiyor
bunda bir his var

*
Hangi yalana inanacığını şaşırdıkça
yalnızca inanmaya inanıyor insan
ve hiç bir yalan kalmıyor sonunda
her şeyin gerçek olduğundan başka

* Eski yazıda;
'yüz' yazmak resimdi
'göz' yazmak aşk
ve şiir derlerdi ' söz yazmaya'
öyleyse bir ilgisi olmalı
'güz' yazmanın kalple
ve 'yaz' ı çocuklukla
yazmanın

*
Sabah çok zordur
şiirden de zor

*
Bir gülü taşıyamadım dostuma şımarır diye

(Keder gibi ödünç / yasakmeyve)


Haydar Ergülen




8 Nisan 2012 Pazar

Uzun Hikâye- Kelimebaz

Pazardan pazara uğrar duruma geldim. Okuduklarımı biriktirmekle meşgulüm şu sıralar. Mustafa Kutlu'nun "Uzun Hikâye"sini, Sevan Nişanyan'ın "Kelimebaz"ını, Cogito'nun "Aşk", PsikeArt'ın "Unutmak" ve Notos'un "Tomris Uyar" sayıları elimdeki dergi ve kitaplar.



"Uzun Hikâye" kısacık bir kitap birkaç saatte bitirmek mümkün. Etkisi o kadar kısa sürmüyor ama. Akıcı, olay merkezli, sürükleyici bir mekan anlayışı olan iyi bir kitap. Bu kitapla beraber Mustafa Kutlu ile tanışmış oldum. Bütün kitaplarını okuma hevesiyle ve enerjisiyle doluyum. İşin maddi kısmı biraz düşündürse de ona da bir formül bulduğum kanısındayım. İnternet sahafçısı olarak bilinen "Nadir Kitap" derdime çare olarak görünüyor. Siteden kitap almış arkadaşlarım gayet memnunlar sonuçlarından. Hikayeye dönecek olursak kahramanımız anlatıcı olsa da asıl annattığı kişi babası ki o baba hayran olunası bir baba. Uzun Hikâye bir roman gibi zamanın uzunca bir dilimini ele alıyor. Hikâye oluşu nedeniyle de yüzeysel bir aktarım söz konusu. Derinlemesine irdenenmiyor kişiler. Elbette bu hikâye kişilerini sevmemize engel değil.




Sevan Nişanyan'ın "Kelimebaz" adlı kitabı ise sözcüklerin etimolojik incelemelerinin yapıldığı bir başucu kitabı. Kitabı sadece okumakla kalmıyor aynı zamanda notlar alıyorum. Hatta ezber çalışmaları yaptığımı bile söyleyebilirim. Derslerde ve arkadaş sohbetlerinde bolca kullandığım "popüler" sözcüklerin kökenleri hakkında keyifli bilgiler sunuyor kitap. Bu kitapla beraber etimolojinin tam olarak benim ilgi alanım olduğunu fark ettim. Meğer ne çok seviyormuşum sözcüklerin anlamlarını, kökenlerini, ilk olarak ne zaman kim tarafından kullanıldığını. Bağlamlarını, diğer dillerdeki yansımalarını. Aslında Sevan Nişanyan'ın "Elif'in Öküzü ve Sürprizler Kitabı"nı okumayı istiyordum. Fakat kitabın baskısı yok. Ankara'daki sahafları ve diğer kitapçıları alt üst ettiğim halde hiçbir yerde bulamadım. İnternette de yoktu. Arkadaş tavsiyesiyle Nadir Kitap'ta buldum. Sanal kart oluşturmayı beklediğim için hala satın almadım. Orada duruyor olması içimi rahatlatmakla beraber o kadar çok muhabbetini yaptım ki biri alacak diye de ödüm kopuyor.

Dergilere gelince onlar hakkında ayrıca yazmayı düşünüyorum. İyice sıkılmayalım.

Bir de nisan geldi. En sevdiğim ikinci aydır kendileri. Arınmayı sağlar.

1 Nisan 2012 Pazar

Amentü-İsmet Özel

İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır akacak
ama kan kesilince damardan sıcak
sımsıcak kelimeler boşandı
aşk için karnıma ve göğsüme
ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden
aşk ve ölüm bana yeniden
su ve ateş ve toprak
yeniden yorumlandı.

Dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak
rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için
bana deha değil
belgeler gerekli
kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza
gençken
peşpeşe kaç gece yıllarca
acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım
bilmezdim neden bazı saatler
alaturka vakitlere ayarlı
neden karpuz sergilerinde lüküs yanar
yazgı desem
kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma
Tokat
aklıma niye gelmezdi
babam onbeşli olmasa.

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda
ben o yaşta koltuğumda kitaplar
işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı
cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları
kafamda yasak düşünceler, Gide mesela.
Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm
her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana
gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar
resimli bir kitaptan çalardım hayatımı
oysa hergün
merkep kiralayıp da kazılan kökleri
Forbes firmasına satan babamdı.

Budur
işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku
işte şehirleri bayındır gösteren yalan
işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan
kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla
güç bela kurduğum cümle işte bu;
ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan
tenimin olanca ağırlığı yok oldu.
Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak
bile bir bir çınlayan
ihtilal haberidir
ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu
nisan ayları gelince vücudu hafifletir
şahlanan grevler için kahkahalarım küstah
bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur
marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim
gider şehre ve şaraba yaltaklanarak
biraz ağlayabilmek için
fotoğraflar çektirir
babam
seferberlikte mekkâredir.

İnsanın
gölgesiyle tanımlandığı bir çağda
marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak
belki ruhların gölgesi
düşer de marşlara
mümkün olur babamı
varlık sancısıyla çağırmak:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere

Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde

Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
bense
anlamış değilim böyle maceralardan
ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur
yalnız
coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan
nüfus cüzdanımda tuhaf
ekmek damgası durur
benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu
etin ıslak tadına doğru
yavaş yavaş uyanmak
çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp
hırsız cenazelerine bine bine
temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme
korkak dualarından cibinlikler kurarak
dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz
nakışsız yaşamakları
silâhlanmak sayarak
çıkardım
boğaza tıkanan lokmanın hartasını
çıkınımda güneşler halka dağıtmak için
halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak
ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış
hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa
fly Pan-Am
drink Coca-Cola

Tutun ve yüzleştirin hayatları
biri kör batakların çırpınışında kutsal
biri serkeş ama oldukça da haklı.
Ölümler
ölümlere ulanmakta ustadır
hayatsa bir başka hayata karşı.

Orada
aşk ve çocuk
birbirine katışmaz
nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı
kendi tehlikesi peşinden gider insan
putların dahi damarından
aktığı güne kadar
sürdürür yorucu kovalamacayı.

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan?
Nerde, hangi yöremizde zihnin
tunç surlardan berkitilmiş ülkesi
ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan
parti broşürleri yoksa kafiyeler mi?
Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim
takvim yapraklarının arasını dolduran
nedir o katı şey
ki gücü
gönlün dağdağasını durultacak?
Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.

(1974)
İsmet Özel