2 Nisan 2014 Çarşamba

Ulysses'i Okuma (Başlangıç Seviyesi)

Uzun zamandır okumayı istediğim bir romandı Ulysses. Geçtiğimiz haftalarda "Kentler ve Gölgeler" program kayıtlarını izlerken James Joyce ve Duplin'e rastlayınca Ulysses'i de bir an önce elime almaya karar verdim. Perihan Mağden'in anlatımıyla bir yandan Duplin'i gezerken diğer yandan James Joyce'un yaşamına tanıklık ettiğiniz harika bir bölümdü. Program kaydını youtube'un kapalı olması nedeniyle buraya ekleyemeyeceğim. Fakat siz imkanlarınızı kullanarak mutlaka izleyin. Çok etkileneceğinize eminim.

Gelelim okuma serüvenime: Öncelikle kitabı edinmem gerekiyordu. Ankara'da yaşayanlar bilir, Dost adında pek meşhur bir kitabevi zincirimiz vardır. Gençlik zamanlarımızın, üniversite hayatımızın vazgeçilmezi. Oraya gittiğimde iki Ulysses çevirisiyle karşılaştım. İlki Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Nevzat Erkmen çevirisi,. İkincisi ise Norgunk Yayınları'nın Armağan Ekici çevirisi. Norgunk çok beğendiğim yayınevlerinden biri olmasına rağmen fiyatının makul olması, çeviriye verdikleri hassasiyeti bildiğimden Yapı Kredi Yayınlarını tercih ettim. Daha sonra Ulysses üzerine incelemeler yapmış olan değerli bir akademisyenden Armağan Ekici'nin çevirisinin daha akıcı olduğunu öğrendim.

Kitabı okumaya başladıktan sonra ise tüm imgeleri anlama derdine düştüm. Göndermeleri, gizlenenleri, Joyce'un dünyasını tam olarak anlamalıydım. Nevzat Erkmen kitabın önsözünde Ulysses'ın daha iyi anlaşılması için bir de sözlük hazırladığını belirtiyordu. Fakat sözlüğün en son baskısı 2008 yılında yapılmıştı ve kitabı bulmak imkansız gibi görünüyordu. En sonunda Nadir Kitap'ta bir nüshasına rastladım ama onlar da 16 liralık kitaba 150 lira gibi oldukça makul (!) bir değer biçmişlerdi. Böylece başka kaynak arayışına yöneldim.

İşte bu esnada imdadıma yetişen kişi maillerimi yanıtsız bırakmayan ve cevaplarıyla her daim ufkumu açmış olan bir akademisyendi. O, Ulysses'ı iki farklı okuma biçimi olduğunu; birincisi, her detayı anlamaya kalkışmadan, hikayenin akışına kendini bırakarak. İkincisi de, Joyce'un bizi gönderdiği her yola girerek, gösterdiği her imgenin peşine takılarak okuma yapma. Bu aşamada birinci yola girmeye karar verdim. Diğer yandan birkaç kaynağın adresini de verdi ama İngilizce metinler olduğu için bu yönlendirmeyi kullanamadım maalesef. Fakat meraklılar için o kaynakların linklerini yazımın sonuna ekleyeceğim.

Uzun ve zorlu bir başlama adımından sanra kitabı elime aldım. Şu an yüz sayfayı geride bırakmış bulunuyorum. Öncelikle korktuğum gibi olmadığını belirtmeliyim. Aksine tam da ruhuma hitap eden bir dili var romanın. Ayrıntılarda kaybolmayı seven biri olarak ayrıntı denizinde kaybolmak gibisi yok. Yeni başlayacaklar için tavsiyeyi yineleyeceğim. Kesinlikle Armağan Ekici çevirisini alın. Nevzat Erkmen'e nazaran çok daha akıcı. Okumaya Nevzat Erkmen'le başlamış biri olarak Armağan Ekici'nin çevirisinin romanı farklı bir boyuta taşınıdığı kabul etmeliyim.

İngilizceye hâkim olanların mutlaka aslından okuması tavsiye ediliyor. Sırf bu kitap için dil bilmeyi çok isterdim. Son bölümünde Molly karakterinin düşünceleri tam 24 bin kelimeyle 8 cümlede anlatılıyormuş. Aslından okuyamamak büyük kayıp.

Kitap, edebiyatımızdaki "Tutunamayanlar"ın şöhretine sahip. Okunması en zor kitaplardan biri. Başlayanlar yarım bırakıyor. Bu birkaç denemeden sonra pes etmekle sonuçlanıyor. Herkes başyapıt diye bahsediyor fakat çok az kişi okuyabiliyor. Bakalım ben bitirebilecek miyim?

http://www.amazon.com/The-New-Bloomsday-Book-International/dp/0415138582

http://www.amazon.com/s/ref=nb_sb_noss_1?url=search-alias%3Dstripbooks&field-keywords=ulysses%20annotated&sprefix=ulysses+anno%2Cstripbooks&rh=i%3Astripbooks%2Ck%3Aulysses%20annotated

14 Ocak 2014 Salı

Uyu-a-bil/mek Uz-ak







Uyumama çabalarım neticesinde youtube'da harika bir kanal keşfettim. Adı: Fıçıda Diyojen. Yüklenmiş videoları izlemek biraz zaman alıyor; ama izlemeye kesinlikle değer.


Kanalda gezinmeniz yararınıza olacaktır. Çekinmeyin.


Bir video eklemeyi şimdilik başaramadım.





5 Aralık 2013 Perşembe

Alesta!


"Doğru yaşta okuduğunuz öyküler sizi asla tamamen terk etmezler. Yazarın ya da öykünün ismini unutabilirsiniz. Hatta bazen olayların akışını bile tam olarak hatırlamayabilirsiniz. Ama öykü size dokunduysa eğer, hep sizinle kalacak, zihninizin kuytu köşelerini ele geçirip yakanızı bırakmayacaktır."
 Neil Gaiman       


Konserve Ruhlar'a Mektuplar II

Merhaba,

Edebi metinlerin ne kadar öznel olduğu sorusuyla başlayalım bu haftaki mektubumuza. Benim çok severek okuduğum bir eseri sen hiç sevmeyebilirsin. Bunu sürekli yaşıyoruz. Birimizin sevdiği bir yazara diğeri burun kıvırabiliyor. Öyleyse hareket noktamızı belirlememiz gerek. "Sevdiğimizi" mi, "iyi"yi mi okuyacağız? Şimdi yazınca iyi de son derece öznel bir durumu belirtiyor göründü. Kime göre iyi? Benim iyi algılayışımla seninki taban tabana zıt olabilir. Yine hareket noktamıza dönmemiz gerek. Okuma merkezimizde metnin kusursuzluğunu belirleyen kıstaslar olmalı! Evrensel kuralları yok mudur bu durumun? Örneğin yazarın dili, hayal gücü, zekâsı, sanatı nasıl algıladığı, nasıl bir birikime sahip olduğu? Hatta popülerliği bile sorgu alanımız dahilinde olabilir. Popülerleştikçe bayağılaşan bir edebiyata inanıyorsak eğer, popüler olandan kaçma eğilimi geliştiriyoruz. Öte yandan popüler olanın "genel kabul" gibi, "orta yol" gibi özellikleri de yadsınamaz. Kafa karışıklığı gibi görünse de nerede durduğumuzu belirlemeliyiz. Herkes miyiz? İçerikten öteye gidemeyenlerden miyiz?

Ah bu ben! Varoluşsal debelenmelerim! "Ben"i bulma çabalarım, "ben"den uzaklaştıkça daha anlamlı hâle geliyor. Menzil daha görünür oluyor. Ben kim? (kimim değil yalnız dikkatini çekmek isterim. Bütün birinci tekil şahıslardan uzaklaşarak sahiplenmemeliyim) Arayışlar neticesinde ulaşmaya çabaladığım bu kişi kim? Okuduğum kitaplar sorularımı oluştururken ilham kaynağım olsalar da bir kör noktam mevcut. O kör nokta, okuduğum kitaplarda kendimi bulmaya çalışmamdı. Daha doğru bir ifadeyle kendimi unutamamamdı. Yaşamıma, hislerime, geçmişime dair izler bulduğum kitaplar çok güzeldi. Bu kör noktaya hapsolduğum gerçeğinin farkında "iyiyi ve güzeli" (başa döndük) belirleme ölçeğimin yanlışlığına aldırmaksızın okumalarıma devam ediyordum.

Bugünlerde başardığım şey okurken kendimi unutmak oldu. Tam da içime yöneldiğim, kim olduğumu sorguladığım zamanda gerçekleşti bu. Nasıl oldu bilmiyorum ama bana kendimi unutturan yazarların başarısıydı belki de! Eserdeki bir kelime, bir cümle, bir betimleme ya da hayalin peşine düşmeyi bırakmıştım. Ruhun bedenden çıkması gibi eserin içine hapsettiğim "ben" duygusunun dışına çıkmış ve bütünü görebilmiştim. (Böyle bir hissi hiç yaşadın mı bilmek isterim.) Şimdi daha objektif değerlendirmelerde bulunabiliyorum. Kendi yaşamımla kurduğum benzerlik, duygudaşlık değil artık hareket noktam. Hâlâ bir zaafın esiri olduğumu itiraf etmeliyim. Zeka. Keskin zeka, kıvrak zeka, ince zeka yumuşak karnım.

Okumaya dair iştiyakımın bu denli arttığı bir zamanı iyi değerlendirip bolca kitap okuyorum. Roman ve öyküden bir süreliğine uzaklaşıp denemenin zihin yorucu, bir o kadar da ufuk açıcı sınırlarında gezinmekteyim. Nurdan Gürbilek'in harika tespitlerle dolu üç kitabını (Yer Değiştiren Gölge, Kötü Çocuk Türk, Ev Ödevi) okudum son dört günde. Hem de notlar alarak okudum. Kitaplardan mucize beklemiyorum ama artık çok az şey beni bir kitaptaki cümle kadar sarsıyor. Sarsıcı cümlelerin peşine düşüyorum. Yazar hayatıma bir pencere açarken ben hayranlık dolu bir kıskançlıkla: "Of be!" diyorum "bu nasıl bir bakış açısıdır?" Ardından pencerelerimi kapatan tüm değer yargılarımı tek tek yad ediyorum.

Duvarlarımı yıkıyorum bir süredir. Beni tek bir görüşe, bakışa, duyuşa, hislenişe mahkum etmiş kafamı değiştiriyorum. Uzun bir süredir böyle bir değişimi yaşadığımın farkındaydım aslında. Şimdi cesaretimi de topladım.

İçime kitaplar aracılığıyla yaptığım yolculuklar çevremi alt üst etti. Hoşnutsuzluk demeyeyim de huzursuzluk eşlik ediyor günlerime. Ne yapıp ettiğimle ilgilenmiyorum. Hayır, yapmam gerekenleri aksatmıyorum da. Sadece onlara takılmıyorum.

Kafamın çok karışık olduğunu mu düşünüyorsun acaba? Öyle değil aslında, son yılların en berrak zamanlarını geçiriyorum. Bir "ben" yaratmak gibi bir kaygım da yok. Sadece onu fazlalıklarından arındırmak, eksikliklerini gidermek, tamir edilmesi gereken yerlerinin tadilatını yapmak, zamana uydurmak, kendine getirmek, "öz"ü ortaya çıkarmak gibi uğraşlarım var.

Sevgilerimle.

17 Kasım 2013 Pazar

Shi / Poetry / Şiir



Bir film seyretmek hayatınızın akışını değiştirir mi? Sanırım bu soruyu bu yüzyılda sormak bir hayli saçma! Film eleştirmeni değilim. En fazla izlediğim filmin beni etkileyen yönünden söz edebilirim. "Shi" Güney Kore sinemasından izlediğim ilk filmdi. Bu film sonrası çalıştığım okulda bir okuma atölyesi kurdum. Katılan öğrenci sayısı oldukça az olsa da filmin üzerimdeki etkisini göstermesi açısından mühimdir.

Yaşadığımız yılların bir sonucu olarak etkilenmelerimiz de saman alevi gibi oluyor. Üzerinden 24 saat geçmeden bayıldığımız şarkıyı tüketmiş, sevdiğimiz filmi unutmuş, okuduğumuz kitabı kenara bırakmış oluyoruz. Başucu kitaplarımız, dönüp dönüp dinlediğimiz şarkılarımız, arada özleyip izlediğimiz filmlerimiz çok az.

İşte o çok az listeme kattığım çok güzel bir filmdi "Shi" Alıntıladığım şiir filmin sonunda yer alıyor. İrkilerek ve sarsılarak dinledim şiiri. izleyenler bilir de izlemeyenler için finalde değeri net bir biçimde anlaşılacak güzellikte. Şiire ulaşmamı sağlayan arkadaşım Konserve Ruhlar'a yeniden teşekkürlerimi iletiyorum.

"Agnes’in Şarkısı"

Anne

Hava nasıl oralarda?

Issız mı yine?

Günbatımı hâlâ ateş kırmızısı mı?

Orman yolundaki kuşlar şarkı söylüyorlar mı?

Yollamaya cesaret edemediğim

Mektubu kabul eder misin?

 

Söylemeye cesaret edemediğim

İtiraflarımı dinler misin?

Zaman geçecek mi?

Güller solacak mı?

 

Şimdi elveda deme vakti

Esip geçen yel gibi

Gölgeler gibi.

Tutulmamış sözlere,

Sonsuza mühürlenmiş aşklara,

Bileklerimi öpen çimenlere,

ve beni takip eden küçük adımlara

elveda deme vakti.

 

Karanlık çöküyor sanki.

Yeniden bir mum yanar mı?

Kimse ağlamasın diye...

ve seni ne çok sevdiğimi

bil diye

dua ediyorum.

 

Sıcak bir yaz gününün

ortasında uzun bir bekleyiş

Babamın yaşlı yüzüne benzeyen

eski bir patika

 

Yalnızlık bile yabani bir çiçek gibi ürkek,

yüzünü çeviriyor.

 

Nasıl sevdim seni

sessiz şarkını duyunca

nasıl da titredi kalbim.

 

Dualarım seninle

Kara nehri geçmeden önce

ruhum son nefesiyle

parlak bir günün hayalini

görmeye başlıyorum

Tekrar uyandığımda,

ışıktan gözlerim kör

seni buluyorum...

yanı başımda duruyorsun.
 
Yang Mija ( Ah Mija!)
 
 

15 Kasım 2013 Cuma

Konserve Ruhlar'a Mektuplar

Merhaba,

Bazen bir yere gidersin ve oradan döndüğünde artık eski sen değilsindir! Oraya giden birçok kişi olabilir; dönen ve değişen sadece sen olabilirsin ya da öyle zannedebilirsin. Değişimin nedeni buna hazır olman, vaktinin gelmiş olması veyahut psikolojinin bozuk olması olabilir. Dönen senle yüzleştiğinde memnun olup olmamandır önemli olan. Değişen sen aydınlandıysa ne âlâ, sıkıntılar içinde ama bu sıkıntılardan bir aydınlık doğmayacaksa fena!

Hayat bir eşik! Bazı günler ötekilerden farklı. O günleri yaşarken başka bir boyuta taşındığınızı hissedebiliyorsunuz. Hiç hesapta yokken hem de. Bütün bu değişimi taşıyabilecek sağlam bir psikolojiye ihtiyaç var. Sarsılıp sarsılıp ayakta kalmalısın. "Yıkılmamak" ne arabesk bir söz. Bazen sarsılmak bile oldukça yıkıcı olabiliyor. Toparlanınca bazı taraflarının kırılıp döküldüğünü görüyorsun. Bir cenaze törenine giden senle, dönen sen bir olmuyorsun. Bir rüyadan uyandıktan sonra artık eskisi gibi olamıyorsun ya da bir kitabı okuduktan sonra rahatsızlıklarının artığını gözlemliyorsun.

Hayat sonsuz bir gözlemleyiş! Sırf gözlemekten ibaret olsa ya! Cümlenin en edilgen şeklinde aksak. Müdahale etmeden, dokunmadan, etkilemeden ve etkilenmeden sürse. Hep aynı kalsak! Bulunduğumuz yer hiç değişmese, duran insanlar olsak. Sanırım hayatımın en karmaşık zihinsel süreçlerinden birini yaşıyorum. Ruhumdan geçtim bedenim bile aklımdan geçenleri taşıyamıyor. Çevremde konuşabileceğim insan sayısı çok az. Yalnızlık böyle bir şey! Kalabalık ve tenha tezatlığını anlatırken hareket noktamız sadece insan oluyor. Ne saçma! Ya zihnimdeki kalabalıklığı ne yapacağız? Ya da çevremde 20 kişi olmasına rağmen tenhalığı? Her gün onlarca insanla zoraki etkileşimlerde bulunuyorum. Ne durumda olurlarsa olsunlar -cahil, bilgisiz, okumayan- koşulsuz sevdiğim insanları hariç tutarak, diğer insanlarla konuşmaktan nefret ediyorum. Bana bir şey katmayan biriyle vakit harcamamalıyım. Çok bencilce görünüyor olabilir; fakat şuna tahammülüm yok artık: üniversite eğitimi almış, bir alanın bilgisine sahip ve adı "öğretmen" olan birinin cahilliğine tahammül edemiyorum.

Bazen çocuklarımı alıp eve kapatmak istiyorum. Elbette onlar benim projem değil. En azından yıllarca bilinçaltlarından temizleyemeyeceğimiz fikirlerle donanmazlar. Saçma sapan duyarlılıklar kazanmazlar. başkalarının suçunu omuzlamazlar. Kederi, vicdanı, mutluluğu kendileri doldururlar. Başkasının kederini, mutluluğunu, vicdanını kendilerininki zannetmezler. Zihinleri bu kadar berrakken onu şekillendirmeleri için onlara fırsat tanımalıyız. Onlara fırsat tanıyan bir eğitim sistemimiz yok. Elbette yola nasıl çıkacağını göstermeliyiz. Fakat yolu biz tayin etmemeliyiz. Yürümek istediği yol ne olursa olsun koşulsuz sevgimizle yanında olmalıyız. Belki bize düşen görev bir "rahatsızlık" oluşturmak. O duyguyu vermeden olmaz. Ancak rahatsız olunca soru sormaya ve yanıtlar bulmaya çalışacaktır. Anne babaya çok iş düşüyor.

En büyük sorunlarımdan birinin zaman olduğunu belirtmiştim. Ruhumun açlığını çok net hissediyorum. Onu tatmin etmem gerekiyor. Bana ait bu denli az vaktim varken nicelik değil de niteliksel okumalar yapmaya karar verdim. Ne kadar çok okuduğumla ilgilenmiyorum. En iyiyi okumalıyım. Edebiyat "en iyi"nin göreceli olduğunu söyler. Bana göre en iyi ile sana göre en iyi değişir. Otoritelerin yönlendirmelerine göre hareket etmek gerekiyor. Bir de okuma ilgilerimize göre şekillendirmeliyiz. Kim olduğumu az çok biliyorum (tüm derdim onu çözümlemek şu sıralar 'ben kimim?') ya da bildiğimi sanıyorum ya da hiçbir şey bilmiyorum. Fakat şunu fark ettim. Okurken hiç zorlanmadığım kitaplar zeki adamların kaleminden çıkmış. Hayal kurma özürlüyüm. O nedenle hayallerin uçsuz bucaksız olduğu metinleri okurken günlerce elimde kalıyor. Öte yandan otobiyografik ögelerle bezenmiş metinleri bir çırpıda okuyabiliyorum. Zeki değilsem bile zekaya aşığım. Metinde zekayı bulma gibi bir kabiliyetim de var. O nedenle son günlerde okumaya başladığım Julien Barnes'ı ve Stefan Zweig'ı hayranlıkla ve haz alarak okuyorum. Bu arada niteliğe ek olarak niceliği de ıskalamamış oluyorum. Murat Menteş'i de Alper Canıgüz'ü de bu nedenle çok seviyorum. Hayalci bir romantik değilim. Belki de o yanımı görmek istemiyorum (30'undan sonra Özlem'i çözeceğim inşallah).

Daha çok okumalı, okuduklarımız üstüne -bizi anlayacak insanlarla- daha çok konuşmalıyız. Şimdilik bir insanın "kendini gerçekleştirmesi" yolunda daha iyi bir yöntem bilmiyorum. Edebiyatla nereye ulaşırız ki en fazla esintilerin olduğu bir deniz kıyısı, huzur bulunan sevgilinin yanı başı, şiddetli bir irtifa kaybı, abartılmış duygular diyenler var. Öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. İyi ki edebiyat var diyorum şu günlerde. Çelişkilerle dolmamı sağlayan yegane liman.

Hoşça kal!..

9 Ağustos 2013 Cuma

Bi'şiir / Bir İntihar Akşamı Üstüne Söylenti - Turgut Uyar

Bir süredir yazmıyor oluşum bloğumdan uzak olduğum izlenimi uyandırmasın. Taslak halinde bekleyen bir yığın metinden de söz edebilirim. Fakat içimdeki his bu yazıyı ne olursa olsun yayınlayacağımı, taslaklıkta sabit kılmayacağımı söylüyor. Nedeni bir şiir. Önce birkaç dizesi, sonrasında bütünü.

ve oturuldu birtakım şeyler söylendi / imlâ kurallarıyla mutsuzluk üstüne
Şiir Turgut Uyar'a ait. Şair, bu şiire Her Pazartesi adlı şiir kitabında yer vermiş. Bütün şiirlerinin toplandığı ve YKY tarafından basılan "Büyük Saat" adlı kitabında da bulunuyor.

                            BİR İNTİHAR AKŞAMI ÜSTÜNE SÖYLENTİ
   
Kısacık yoğun bir akşam
herkesin yüzünün bir anıya karıştığı
yoğun bir akşam
bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde
ve intihar üstüne söylenti
bütün kıyıları dolaştı durdu
kısacık bir akşam
 
Kısacık serin bir akşam
kelebeklerin atlarla yarıştığı
yoğun bir akşam
bazı mektuplar damgalandı postanelerde
oturuldu birtakım şarkılar söylendi
bir adam bir kadının kapısını vurdu
kısacık bir akşam
 
Neyi söylesem bir kahramanlıktı
içinde azıcık buluştuğumuz
bir bulutla bir kağıt peçete arasında
kısacık yoğun bir akşam
şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam
bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve
kısacık yoğun bir akşam
 
Her şey bir unutkanlıktı
arada bir deliler gibi kavuştuğumuz
tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında
kısacık yoğun bir akşam
biliyordum bir soğuktu nereye varsam
bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve
kısacık yoğun bir akşam
 
Kim karışırdı gerçekliğine
yaşadığım sonsuzluğun
ve oturuldu birtakım şeyler söylendi
imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne
kısacık bir akşam
o kadar kısa bir akşam
duraladım ne yapsam
 
Kim karışırdı gerçekliğine
su terazilerindeki ensizliğin
ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eylendi
araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne
kısacık bir akşam
o kadar kısa ki bir akşam
 
yüzümü bir suyun ardında buldum
kıyılar bu yüzdendir öyle dediler
kısacık yoğun bir akşam
serim bir akşam sonra öyle söylediler…
                 Turgut Uyar
                                        (Her Pazartesi/Büyük Saat)