5 Aralık 2013 Perşembe

Alesta!


"Doğru yaşta okuduğunuz öyküler sizi asla tamamen terk etmezler. Yazarın ya da öykünün ismini unutabilirsiniz. Hatta bazen olayların akışını bile tam olarak hatırlamayabilirsiniz. Ama öykü size dokunduysa eğer, hep sizinle kalacak, zihninizin kuytu köşelerini ele geçirip yakanızı bırakmayacaktır."
 Neil Gaiman       


Konserve Ruhlar'a Mektuplar II

Merhaba,

Edebi metinlerin ne kadar öznel olduğu sorusuyla başlayalım bu haftaki mektubumuza. Benim çok severek okuduğum bir eseri sen hiç sevmeyebilirsin. Bunu sürekli yaşıyoruz. Birimizin sevdiği bir yazara diğeri burun kıvırabiliyor. Öyleyse hareket noktamızı belirlememiz gerek. "Sevdiğimizi" mi, "iyi"yi mi okuyacağız? Şimdi yazınca iyi de son derece öznel bir durumu belirtiyor göründü. Kime göre iyi? Benim iyi algılayışımla seninki taban tabana zıt olabilir. Yine hareket noktamıza dönmemiz gerek. Okuma merkezimizde metnin kusursuzluğunu belirleyen kıstaslar olmalı! Evrensel kuralları yok mudur bu durumun? Örneğin yazarın dili, hayal gücü, zekâsı, sanatı nasıl algıladığı, nasıl bir birikime sahip olduğu? Hatta popülerliği bile sorgu alanımız dahilinde olabilir. Popülerleştikçe bayağılaşan bir edebiyata inanıyorsak eğer, popüler olandan kaçma eğilimi geliştiriyoruz. Öte yandan popüler olanın "genel kabul" gibi, "orta yol" gibi özellikleri de yadsınamaz. Kafa karışıklığı gibi görünse de nerede durduğumuzu belirlemeliyiz. Herkes miyiz? İçerikten öteye gidemeyenlerden miyiz?

Ah bu ben! Varoluşsal debelenmelerim! "Ben"i bulma çabalarım, "ben"den uzaklaştıkça daha anlamlı hâle geliyor. Menzil daha görünür oluyor. Ben kim? (kimim değil yalnız dikkatini çekmek isterim. Bütün birinci tekil şahıslardan uzaklaşarak sahiplenmemeliyim) Arayışlar neticesinde ulaşmaya çabaladığım bu kişi kim? Okuduğum kitaplar sorularımı oluştururken ilham kaynağım olsalar da bir kör noktam mevcut. O kör nokta, okuduğum kitaplarda kendimi bulmaya çalışmamdı. Daha doğru bir ifadeyle kendimi unutamamamdı. Yaşamıma, hislerime, geçmişime dair izler bulduğum kitaplar çok güzeldi. Bu kör noktaya hapsolduğum gerçeğinin farkında "iyiyi ve güzeli" (başa döndük) belirleme ölçeğimin yanlışlığına aldırmaksızın okumalarıma devam ediyordum.

Bugünlerde başardığım şey okurken kendimi unutmak oldu. Tam da içime yöneldiğim, kim olduğumu sorguladığım zamanda gerçekleşti bu. Nasıl oldu bilmiyorum ama bana kendimi unutturan yazarların başarısıydı belki de! Eserdeki bir kelime, bir cümle, bir betimleme ya da hayalin peşine düşmeyi bırakmıştım. Ruhun bedenden çıkması gibi eserin içine hapsettiğim "ben" duygusunun dışına çıkmış ve bütünü görebilmiştim. (Böyle bir hissi hiç yaşadın mı bilmek isterim.) Şimdi daha objektif değerlendirmelerde bulunabiliyorum. Kendi yaşamımla kurduğum benzerlik, duygudaşlık değil artık hareket noktam. Hâlâ bir zaafın esiri olduğumu itiraf etmeliyim. Zeka. Keskin zeka, kıvrak zeka, ince zeka yumuşak karnım.

Okumaya dair iştiyakımın bu denli arttığı bir zamanı iyi değerlendirip bolca kitap okuyorum. Roman ve öyküden bir süreliğine uzaklaşıp denemenin zihin yorucu, bir o kadar da ufuk açıcı sınırlarında gezinmekteyim. Nurdan Gürbilek'in harika tespitlerle dolu üç kitabını (Yer Değiştiren Gölge, Kötü Çocuk Türk, Ev Ödevi) okudum son dört günde. Hem de notlar alarak okudum. Kitaplardan mucize beklemiyorum ama artık çok az şey beni bir kitaptaki cümle kadar sarsıyor. Sarsıcı cümlelerin peşine düşüyorum. Yazar hayatıma bir pencere açarken ben hayranlık dolu bir kıskançlıkla: "Of be!" diyorum "bu nasıl bir bakış açısıdır?" Ardından pencerelerimi kapatan tüm değer yargılarımı tek tek yad ediyorum.

Duvarlarımı yıkıyorum bir süredir. Beni tek bir görüşe, bakışa, duyuşa, hislenişe mahkum etmiş kafamı değiştiriyorum. Uzun bir süredir böyle bir değişimi yaşadığımın farkındaydım aslında. Şimdi cesaretimi de topladım.

İçime kitaplar aracılığıyla yaptığım yolculuklar çevremi alt üst etti. Hoşnutsuzluk demeyeyim de huzursuzluk eşlik ediyor günlerime. Ne yapıp ettiğimle ilgilenmiyorum. Hayır, yapmam gerekenleri aksatmıyorum da. Sadece onlara takılmıyorum.

Kafamın çok karışık olduğunu mu düşünüyorsun acaba? Öyle değil aslında, son yılların en berrak zamanlarını geçiriyorum. Bir "ben" yaratmak gibi bir kaygım da yok. Sadece onu fazlalıklarından arındırmak, eksikliklerini gidermek, tamir edilmesi gereken yerlerinin tadilatını yapmak, zamana uydurmak, kendine getirmek, "öz"ü ortaya çıkarmak gibi uğraşlarım var.

Sevgilerimle.