23 Eylül 2011 Cuma
11 Eylül 2011 Pazar
Kanıma Çakal
ikimiz bir iddia
ikimiz bir infial
ikimiz bir ikilik
dilin kemiği yok gibi.
beni konuşturan sensin işte
senin bu iyiliğin hep iyiliğin
vahşi iyiliğin senin, teslim iyiliğin
tartışmasız iyiliğin, taş kesilmiş iyiliğin
baş kesen iyiliğin yok mu bir de
bir güzel sustum kendimle görülmeye değerdi
kendimle dediğim lafın gelişi
seninle ben ikimiz
arasından kelimelerin geçmediği iki ağız
ortasından sanki işgal ordusu geçmiş bir toprağız
kime sorsam elbet görmüştü seni kesenin ağzını açmıştım
bazısı rivayetle konuşur
onlarla bile seni bahis konusu yapmıştım
ne kulplar takıp takıştırdım, nasıl da yakıştılar
sonra bütün çakallar kanımda yarıştılar
beni böyle bıktıran kanıma karışan nelerinle
şimdi al git bahaneleri
hırlı huysuz değillemeleri
dillendirmedi beni hiçbir senestezi
hiçbir sözü bölmedi kesilen onca sözüm
ne ki tutulacak söz kaldı mı aramızda
aramızda göğe kaldırılmış bütün duvarlar
ağırdan almalar, güzel havaların pusu
rayları yolundan çıkaran sözün kudreti bitti
biten bir çarpışmanın bütün gerekçeleri
ardımızda kalacak aramızda dağılan
ukde büyüten keklik gibi çoğalacak a canım
keskin nişancı elinde can verme arzusu
beni bırak ben şimdi susmalara
hayıflanıyorum, harfleri koyuyorum, hafifliyorum
iki ölü çıkaramadım şu çıktığım savaştan
nedendir bilmiyorum
esamisi cesametinden önemli bir ölünün
yüzümün karşılığını böylece soruyorum
yaşamak ne ölmek ne
aramızda toplamı olmayan bir şeyin değeriyle
ikimiz dediğim dönüp dolaşıp
sözlerden geçtiğim tutmaktan ellerimi bırakan
bize ne diyecek miyiz dünyaya
bize ne diyemeyiz ama gidersen öleceğim
kimse ölmeyecek elbet
yine de gülünç değil söyleyince.
Zeynep Arkan
ikimiz bir infial
ikimiz bir ikilik
dilin kemiği yok gibi.
beni konuşturan sensin işte
senin bu iyiliğin hep iyiliğin
vahşi iyiliğin senin, teslim iyiliğin
tartışmasız iyiliğin, taş kesilmiş iyiliğin
baş kesen iyiliğin yok mu bir de
bir güzel sustum kendimle görülmeye değerdi
kendimle dediğim lafın gelişi
seninle ben ikimiz
arasından kelimelerin geçmediği iki ağız
ortasından sanki işgal ordusu geçmiş bir toprağız
kime sorsam elbet görmüştü seni kesenin ağzını açmıştım
bazısı rivayetle konuşur
onlarla bile seni bahis konusu yapmıştım
ne kulplar takıp takıştırdım, nasıl da yakıştılar
sonra bütün çakallar kanımda yarıştılar
beni böyle bıktıran kanıma karışan nelerinle
şimdi al git bahaneleri
hırlı huysuz değillemeleri
dillendirmedi beni hiçbir senestezi
hiçbir sözü bölmedi kesilen onca sözüm
ne ki tutulacak söz kaldı mı aramızda
aramızda göğe kaldırılmış bütün duvarlar
ağırdan almalar, güzel havaların pusu
rayları yolundan çıkaran sözün kudreti bitti
biten bir çarpışmanın bütün gerekçeleri
ardımızda kalacak aramızda dağılan
ukde büyüten keklik gibi çoğalacak a canım
keskin nişancı elinde can verme arzusu
beni bırak ben şimdi susmalara
hayıflanıyorum, harfleri koyuyorum, hafifliyorum
iki ölü çıkaramadım şu çıktığım savaştan
nedendir bilmiyorum
esamisi cesametinden önemli bir ölünün
yüzümün karşılığını böylece soruyorum
yaşamak ne ölmek ne
aramızda toplamı olmayan bir şeyin değeriyle
ikimiz dediğim dönüp dolaşıp
sözlerden geçtiğim tutmaktan ellerimi bırakan
bize ne diyecek miyiz dünyaya
bize ne diyemeyiz ama gidersen öleceğim
kimse ölmeyecek elbet
yine de gülünç değil söyleyince.
Zeynep Arkan
10 Eylül 2011 Cumartesi
Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka - Edip Cansever
I
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey ! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarınd
Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
Deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor
avuçlarım"
Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş,yaşıyorcasına
Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan
olmalarıyla-
Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park
bekçisinin
Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi
sallanaraktan
Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda
aranan
Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında
Korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe
ışıklarında
Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan
olmalarıyla
Korkunçtur korkunç!
Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz
inceliği
Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır
gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun
butlarında
Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan
olmalarımla
Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
Anılar bulacaksam- anılar mi dediniz ? ne sesli bir vuruşma
Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
Zorlanmış bir gülüşten-iğrenip birden-kusmalar, bulantılar
Bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
Ölüler bulacaksam-ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa
vurmalar
Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün
Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu
konuda
Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın
sonsuzunda
Bu kadarcık bir şey-İyi ya, peki, şimdi kim var sırada
Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza
Örneğin bir kahve falı ? Az müzik ? Diyorum biraz İskambil!..
Ama hiç seslenmeyelim-seslenmeyelim-içimizden oynayalım
ayrıca
- Dört kişiyiz!
- Hayır on!.
- Bin kişiyiz!
- Bana kalırsa..
Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında
Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir
unutulmaya
Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz ? Ne tuhaf biraz
anlıyorum
- Üç karo!
- Pas diyorum!
- Susalım baylar, dört kupa!
Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz ? Susalım!
Susalım-Niye susalım-Anılar mı dediniz ? Ne sesli bir
vuruşma!
Ya sonra ? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra
Gene mi, başladınız mı ? peki şimdi kim var sırada
Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ağzımızla.. Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada
olmayı istiyorum-Sahi mi- ama isterseniz siz olun
Siz olun, biz olalım kim olacak ? -Hep böyle oyalansanıza
Yani "Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa."
Gibi oyalansanıza
Biraz oyalansanıza.
Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek korkuyorum
Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda
Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere
Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda
Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu
hiç bilmiyoruz
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla
Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı
Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha
Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz
Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız
Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da
Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz
bilmiyoruz ya
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.
(1961)
*en sevdiklerimden
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey ! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarınd
Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
Deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor
avuçlarım"
Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş,yaşıyorcasına
Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan
olmalarıyla-
Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park
bekçisinin
Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi
sallanaraktan
Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda
aranan
Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında
Korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe
ışıklarında
Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan
olmalarıyla
Korkunçtur korkunç!
Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz
inceliği
Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır
gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun
butlarında
Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan
olmalarımla
Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
Anılar bulacaksam- anılar mi dediniz ? ne sesli bir vuruşma
Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
Zorlanmış bir gülüşten-iğrenip birden-kusmalar, bulantılar
Bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
Ölüler bulacaksam-ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa
vurmalar
Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün
Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu
konuda
Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın
sonsuzunda
Bu kadarcık bir şey-İyi ya, peki, şimdi kim var sırada
Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza
Örneğin bir kahve falı ? Az müzik ? Diyorum biraz İskambil!..
Ama hiç seslenmeyelim-seslenmeyelim-içimizden oynayalım
ayrıca
- Dört kişiyiz!
- Hayır on!.
- Bin kişiyiz!
- Bana kalırsa..
Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında
Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir
unutulmaya
Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz ? Ne tuhaf biraz
anlıyorum
- Üç karo!
- Pas diyorum!
- Susalım baylar, dört kupa!
Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz ? Susalım!
Susalım-Niye susalım-Anılar mı dediniz ? Ne sesli bir
vuruşma!
Ya sonra ? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra
Gene mi, başladınız mı ? peki şimdi kim var sırada
Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
Ne güzel ağzımızla.. Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada
olmayı istiyorum-Sahi mi- ama isterseniz siz olun
Siz olun, biz olalım kim olacak ? -Hep böyle oyalansanıza
Yani "Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa."
Gibi oyalansanıza
Biraz oyalansanıza.
Bir oyun başka olamaz oyundan gibi
Bir söz başka olamaz sözden gibi
Bir şey başka olamaz şeyden gibi
Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne gelir elimizden insan olmaktan başka
Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek korkuyorum
Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda
Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere
Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda
Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta
Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha
Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu
hiç bilmiyoruz
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla
Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı
Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha
Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz
Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda
Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız
Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız
Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız
Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla
Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da
Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda
Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz
bilmiyoruz ya
Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.
(1961)
*en sevdiklerimden
Eylül - Haydar Ergülen
Kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir
kadın gider ve bir şair doğar bundan
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
“Yazın bittiği her yerde söylenir”se
kadının gittiği de her yerde söylenir
kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu…
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terk edilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terk edildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terk eder!
O kadın beni terk ederse şair olurum
oğul olduğum kadın sakın beni terk etme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider
Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder!
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
“Yazın bittiği her yerde söylenir”se
kadının gittiği de her yerde söylenir
kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu…
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terk edilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terk edildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terk eder!
O kadın beni terk ederse şair olurum
oğul olduğum kadın sakın beni terk etme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider
Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder!
Haydar Ergülen
8 Eylül 2011 Perşembe
Eylül
"Eylül öyle bir aydır ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekir. Eylül, esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp üzülür, özlem çeker." (Mehmet Rauf:28)
Bohem edebiyat olarak da adlandırılan Servet-i Fünun'un tartışmasız Halit Ziya'dan sonraki en iyi yazarı Mehmet Rauf, romanında bu şekilde tanımlar eylülü. Bakmayın ötelediğine, yazdan sonra istemez göründüğüne tüm roman boyunca dimağınıza kazınır eylül sevgisi. Romanın adı da Eylül'dür zaten. Tasvir konusunda oldukça başarılı olan yazar her biri mensur şiir niteliğinde cümleler kurar. Lise öğrencilerinin tamamına yakınının mezun olurken aklında yer etmiş bir romandır Eylül. Bu durumu bir türlü anlayamaz edebiyat öğretmenleri. Kafalarını kurcalayan bir sorudur yıllardır. "İlk psikolojik romanımız nedir?" sorusuna daha önce duymadığınız bir tonla hep bir ağızdan karşılık verir sınıf korosu: Eylül.
Elbette yaza veda edilen, doğadaki tükenişin, sessizliğe bürünüşün başlangıcı sayılan ve hazanı karşılayan ay olması hasebiyle en hüzünlü aydır. Ayların en güzelidir. Onu bir aya mahkum etmek haksızlıktır fikrimce. Bir mevsim kadar özeldir.
Bir aşkın başladığı ay da olabilir; bittiği ay da. Bu bütün aylar için geçerlidir elbette. Benim için bir aşkın filizlendiği aydır. Bitmeyendir.
Şair ne der: "O kadın beni terk erderse şair olurum." (Haydar Ergülen, Eylül) işte şair olmak için en ideal aydır. Zira şair olmak için gereken bütün hasletleri bünyesinde toplar:
"Hüzün, yağmur, dinginlik, durgunluk, huzur, ayrılık, akşam, melal, buhran, sararmış yapraklar, rüzgar, gurbet, sıla, özlem..."
Biz Alpay'ın "Eylül'de Gel" şarkısıyla büyümüş bir neslin çocuklarıyız. Şarkının söylendiği tarihlerde henüz doğmamış olsak da dinleyenler kervanında yerimizi almışızdır. Okuldaki arkadaşına aşık bir öğrenci için eylül hevesle beklenilendir. Yaz aşkları için ise yalnızlığın başladığı, bir sonraki yazın gelmesi için bir an önce geçmesi gereken ayların başlangıcıdır. İkincilerin işi daha zordur tabii.
Eylüldeki halini gördüğüm şehirlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez, ama tüm bu şehirlere eylülün çok yakıştığını söyleyebilirim. Tabiatın en güzel renklere büründüğü aydır. Ankara için eylül, ağustosun sıcağından kurtuluş reçetesidir. Sihirli bir dokunuş gibi daha eylülün ilk gününden itibaren geceleri üşümeye başlarsınız. Pencereleri kapatarak uyur, gece yürüyüşlerinizde sırtınıza bir hırka alma ihtiyacı duyarsınız.
Benim için eylül, bir yılın başladığı aydır. Nasıl ki rejime niyet etmiş birinin başlama günü hep pazartesi ise; benim kararlarımın vakti de eylüldür. Yeni yıla hiçbir zaman ocakta başlamadım. Hep eylüldü başlangıçlarımın tarihi. En sevdiğim şehrin, en güzel görüntülere büründüğü; normale dönüş zamanıdır. Fazlalıklarımı, eksikliklerimi, azalmalarımı, coşmalarımı fark ettiğim; kendime dönüş zamanımdır. Yazseverler için en kötü aylardan biridir belki; ama benim gibi sonbahar doğumluysanız istisnasız her yıl varoluş zamanınızdır. Hazan sizin mevsiminizdir. Hazansız ve hüzünsüz yapamazsınız.
Yine de kanaatin aksine bir kız çocuğuna verilmemesi gereken bir isimdir. Doğarken kızınızı hüzünle mühürlersiniz. Tıpkı hüznün ve hasretin mühürlendiği Sıla gibi ya da Özlem gibi.
İsyan ve teslimiyet arasında başlamanın ve bitişin bir anda yaşandığı eylüle gelince; "Oh be!" derim hep. Geldin sonunda. Diğer ayların hiçbirinde olmayan kalın bir çizgi vardır ağustos ve eylül arasında. İşte o çizginin mümtelasıyım.
Bizim neslin eylül şarkısıyla bitiriyorum yazımı. Yazının bu şarkıyla dinlenilmesini salık veriyorum. Zaten okuduysanız ziyanı yok şarkı eşliğinde başa dönün.
(Bülent Ortaçgil-Eylül Akşamı)
6 Eylül 2011 Salı
Herkesleştirilenlerden misiniz?
(Herkes; olur olmaz kimseler, önüne gelen. insanların tümü)
Yeryüzü içinde bulunduğumuz haliyle çok da yaşanacak bir yer değildir esasen. Onu çekilir kılan kişilere, nesnelere ihtiyaç vardır. Yaşlanıldığında anılardır o serin liman. Nefes aldığınız an bir dostun sizi anımsayıp aramasıdır bazen. Çocuğunuzun sizi masallarla uyutmasıdır ya da sizin onu ninnilerle büyütmenizdir. Bir şarkıdır ya da bir şarkıcı. Bir görüntüdür yeryüzünü çekilir kılan. O görüntünün hatrına seversiniz yaşamayı.
Herkes içinde biricikleriniz vardır. Bütün sevinciniz hatta hüznünüz o biricikler üzerine kurulmuştur. Bazen geçmişin silinmez bir ânı, bazense içinde bulunduğunuz zamandır mutlu olma biçiminiz. Kaçınılmaz sonlar da vardır bazen. Herkes içinde renkli fenerler gibi yanan, hüznünüzün ve mutluluğunuzun kaynağı olan, sizi değerli kılan, yaşamı çekilir hale getiren, eksikliklerini tahayyül dahi edemediğiniz "o" biricikleriniz gün gelir "herkese" dönüşür. Bazen kırgınlıklardır bu sonu hazırlayan ama çoğu kez zamandır bunu yapan.
Bir şehri çok severken adını bile anmaz oluverirsiniz zamanla. Bazen de yaşamınızdaki insanlar bu akıbete uğrar. Herkese dönüştürürken onları acı bile duymazsınız. Herkesleştirmenin öyle bir etkisi vardır. En iyi dostlarınız, sevgilileriniz el olur gider.
Bu noktadan sonra fazla kelam etmemek gerekiyor; zira Nazım Hikmet 1918 yılında kaleme aldığı "Herkes Gibisin" şiiriyle sıradanlaştırılan sevgileri çok iyi anlatmıştır. Şair henüz 16 yaşındadır. O bir gecede böyle bir nihayete ulaşır. Zordur biraz ama mümkündür de. Mümkün olmayan bir şey var mıdır bu dünyada? Ben olmadığını düşünenlerdenim.
Herkes Gibisin
gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
onlardan kalbime sevda geçmiyor
ben yordum ruhumu biraz da sen yor
çünkü bence şimdi herkes gibisin
yolunu beklerken daha dün gece
kaçıyorum bugün senden gizlice
kalbime baktım da işte iyice
anladım ki sen de herkes gibisin
büsbütün unuttum seni eminim
maziye karıştı şimdi yeminim
kalbimde senin için yok bile kinim
bence sen de şimdi herkes gibisin
Bu şiiri Cem Karaca'nın yorumundan dinlediğim her defasında bir "Allah korusun" dökülüyor dudaklarımdan. Ama muhteşem bir yorumdur bu ve derin bir şiir! Sevdiklerimizin herkeslerinin içine hapsolmak kötü olmalı. İçimizdeki fenerin sönmesi... Onlara görünmez oluşumuz... Allah korusun!
(Cem Karaca - Herkes Gibisin)
Yeryüzü içinde bulunduğumuz haliyle çok da yaşanacak bir yer değildir esasen. Onu çekilir kılan kişilere, nesnelere ihtiyaç vardır. Yaşlanıldığında anılardır o serin liman. Nefes aldığınız an bir dostun sizi anımsayıp aramasıdır bazen. Çocuğunuzun sizi masallarla uyutmasıdır ya da sizin onu ninnilerle büyütmenizdir. Bir şarkıdır ya da bir şarkıcı. Bir görüntüdür yeryüzünü çekilir kılan. O görüntünün hatrına seversiniz yaşamayı.
Herkes içinde biricikleriniz vardır. Bütün sevinciniz hatta hüznünüz o biricikler üzerine kurulmuştur. Bazen geçmişin silinmez bir ânı, bazense içinde bulunduğunuz zamandır mutlu olma biçiminiz. Kaçınılmaz sonlar da vardır bazen. Herkes içinde renkli fenerler gibi yanan, hüznünüzün ve mutluluğunuzun kaynağı olan, sizi değerli kılan, yaşamı çekilir hale getiren, eksikliklerini tahayyül dahi edemediğiniz "o" biricikleriniz gün gelir "herkese" dönüşür. Bazen kırgınlıklardır bu sonu hazırlayan ama çoğu kez zamandır bunu yapan.
Bir şehri çok severken adını bile anmaz oluverirsiniz zamanla. Bazen de yaşamınızdaki insanlar bu akıbete uğrar. Herkese dönüştürürken onları acı bile duymazsınız. Herkesleştirmenin öyle bir etkisi vardır. En iyi dostlarınız, sevgilileriniz el olur gider.
Bu noktadan sonra fazla kelam etmemek gerekiyor; zira Nazım Hikmet 1918 yılında kaleme aldığı "Herkes Gibisin" şiiriyle sıradanlaştırılan sevgileri çok iyi anlatmıştır. Şair henüz 16 yaşındadır. O bir gecede böyle bir nihayete ulaşır. Zordur biraz ama mümkündür de. Mümkün olmayan bir şey var mıdır bu dünyada? Ben olmadığını düşünenlerdenim.
Herkes Gibisin
gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
onlardan kalbime sevda geçmiyor
ben yordum ruhumu biraz da sen yor
çünkü bence şimdi herkes gibisin
yolunu beklerken daha dün gece
kaçıyorum bugün senden gizlice
kalbime baktım da işte iyice
anladım ki sen de herkes gibisin
büsbütün unuttum seni eminim
maziye karıştı şimdi yeminim
kalbimde senin için yok bile kinim
bence sen de şimdi herkes gibisin
Bu şiiri Cem Karaca'nın yorumundan dinlediğim her defasında bir "Allah korusun" dökülüyor dudaklarımdan. Ama muhteşem bir yorumdur bu ve derin bir şiir! Sevdiklerimizin herkeslerinin içine hapsolmak kötü olmalı. İçimizdeki fenerin sönmesi... Onlara görünmez oluşumuz... Allah korusun!
(Cem Karaca - Herkes Gibisin)
5 Eylül 2011 Pazartesi
Zaman
(Ezginin Günlüğü- Gelen Benim)
Ey zamana meydan okuyan! Ey vazgeçişlerini zamana teslim eden! Ey sadece zamandan medet uman! Ey zamanın akışıyla teselli bulan! Bu sözler sana!
Zaman, geçsin istersin. Geçer. Zaman, dursun istersin. Geçer.Yüzde ellilik bir gerçekleşme oranı gibi görünür.Aslında zamanın bize uyduğu falan yoktur. O her halûkârda geçer. Geçsin de zaten. Öyle anlar yaşarız ki hiç bitmesin isteriz. Olmaz mı öyle anlarınız? Benim olur. O an dursun ve ben içinde sonsuza kadar kalayım, isterim. Ama sonrasını merak etmeden de duramam. Nedense sonrası hep hayal kırıklığıdır. Hayal kırıklığını çağırmadan olmaz.Bir klişedir ama anımsamakta fayda var, zaman en iyi ilaçtır dertlere. O halde geçsin zaman.
Şarkıyı biraz değiştirerek bugünüme not düşüyorum: Ah bu sözcüklerin gözü kör olsun!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)