"Eylül öyle bir aydır ki, geçen her güzel günü için ona minnettar olmak gerekir. Eylül, esef ve özlem ayıdır, içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, insan o güzel havaların, devamlı yazın artık geçtiğini anlayıp üzülür, özlem çeker." (Mehmet Rauf:28)
Bohem edebiyat olarak da adlandırılan Servet-i Fünun'un tartışmasız Halit Ziya'dan sonraki en iyi yazarı Mehmet Rauf, romanında bu şekilde tanımlar eylülü. Bakmayın ötelediğine, yazdan sonra istemez göründüğüne tüm roman boyunca dimağınıza kazınır eylül sevgisi. Romanın adı da Eylül'dür zaten. Tasvir konusunda oldukça başarılı olan yazar her biri mensur şiir niteliğinde cümleler kurar. Lise öğrencilerinin tamamına yakınının mezun olurken aklında yer etmiş bir romandır Eylül. Bu durumu bir türlü anlayamaz edebiyat öğretmenleri. Kafalarını kurcalayan bir sorudur yıllardır. "İlk psikolojik romanımız nedir?" sorusuna daha önce duymadığınız bir tonla hep bir ağızdan karşılık verir sınıf korosu: Eylül.
Elbette yaza veda edilen, doğadaki tükenişin, sessizliğe bürünüşün başlangıcı sayılan ve hazanı karşılayan ay olması hasebiyle en hüzünlü aydır. Ayların en güzelidir. Onu bir aya mahkum etmek haksızlıktır fikrimce. Bir mevsim kadar özeldir.
Bir aşkın başladığı ay da olabilir; bittiği ay da. Bu bütün aylar için geçerlidir elbette. Benim için bir aşkın filizlendiği aydır. Bitmeyendir.
Şair ne der: "O kadın beni terk erderse şair olurum." (Haydar Ergülen, Eylül) işte şair olmak için en ideal aydır. Zira şair olmak için gereken bütün hasletleri bünyesinde toplar:
"Hüzün, yağmur, dinginlik, durgunluk, huzur, ayrılık, akşam, melal, buhran, sararmış yapraklar, rüzgar, gurbet, sıla, özlem..."
Biz Alpay'ın "Eylül'de Gel" şarkısıyla büyümüş bir neslin çocuklarıyız. Şarkının söylendiği tarihlerde henüz doğmamış olsak da dinleyenler kervanında yerimizi almışızdır. Okuldaki arkadaşına aşık bir öğrenci için eylül hevesle beklenilendir. Yaz aşkları için ise yalnızlığın başladığı, bir sonraki yazın gelmesi için bir an önce geçmesi gereken ayların başlangıcıdır. İkincilerin işi daha zordur tabii.
Eylüldeki halini gördüğüm şehirlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez, ama tüm bu şehirlere eylülün çok yakıştığını söyleyebilirim. Tabiatın en güzel renklere büründüğü aydır. Ankara için eylül, ağustosun sıcağından kurtuluş reçetesidir. Sihirli bir dokunuş gibi daha eylülün ilk gününden itibaren geceleri üşümeye başlarsınız. Pencereleri kapatarak uyur, gece yürüyüşlerinizde sırtınıza bir hırka alma ihtiyacı duyarsınız.
Benim için eylül, bir yılın başladığı aydır. Nasıl ki rejime niyet etmiş birinin başlama günü hep pazartesi ise; benim kararlarımın vakti de eylüldür. Yeni yıla hiçbir zaman ocakta başlamadım. Hep eylüldü başlangıçlarımın tarihi. En sevdiğim şehrin, en güzel görüntülere büründüğü; normale dönüş zamanıdır. Fazlalıklarımı, eksikliklerimi, azalmalarımı, coşmalarımı fark ettiğim; kendime dönüş zamanımdır. Yazseverler için en kötü aylardan biridir belki; ama benim gibi sonbahar doğumluysanız istisnasız her yıl varoluş zamanınızdır. Hazan sizin mevsiminizdir. Hazansız ve hüzünsüz yapamazsınız.
Yine de kanaatin aksine bir kız çocuğuna verilmemesi gereken bir isimdir. Doğarken kızınızı hüzünle mühürlersiniz. Tıpkı hüznün ve hasretin mühürlendiği Sıla gibi ya da Özlem gibi.
İsyan ve teslimiyet arasında başlamanın ve bitişin bir anda yaşandığı eylüle gelince; "Oh be!" derim hep. Geldin sonunda. Diğer ayların hiçbirinde olmayan kalın bir çizgi vardır ağustos ve eylül arasında. İşte o çizginin mümtelasıyım.
Bizim neslin eylül şarkısıyla bitiriyorum yazımı. Yazının bu şarkıyla dinlenilmesini salık veriyorum. Zaten okuduysanız ziyanı yok şarkı eşliğinde başa dönün.
(Bülent Ortaçgil-Eylül Akşamı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder