15 Kasım 2013 Cuma

Konserve Ruhlar'a Mektuplar

Merhaba,

Bazen bir yere gidersin ve oradan döndüğünde artık eski sen değilsindir! Oraya giden birçok kişi olabilir; dönen ve değişen sadece sen olabilirsin ya da öyle zannedebilirsin. Değişimin nedeni buna hazır olman, vaktinin gelmiş olması veyahut psikolojinin bozuk olması olabilir. Dönen senle yüzleştiğinde memnun olup olmamandır önemli olan. Değişen sen aydınlandıysa ne âlâ, sıkıntılar içinde ama bu sıkıntılardan bir aydınlık doğmayacaksa fena!

Hayat bir eşik! Bazı günler ötekilerden farklı. O günleri yaşarken başka bir boyuta taşındığınızı hissedebiliyorsunuz. Hiç hesapta yokken hem de. Bütün bu değişimi taşıyabilecek sağlam bir psikolojiye ihtiyaç var. Sarsılıp sarsılıp ayakta kalmalısın. "Yıkılmamak" ne arabesk bir söz. Bazen sarsılmak bile oldukça yıkıcı olabiliyor. Toparlanınca bazı taraflarının kırılıp döküldüğünü görüyorsun. Bir cenaze törenine giden senle, dönen sen bir olmuyorsun. Bir rüyadan uyandıktan sonra artık eskisi gibi olamıyorsun ya da bir kitabı okuduktan sonra rahatsızlıklarının artığını gözlemliyorsun.

Hayat sonsuz bir gözlemleyiş! Sırf gözlemekten ibaret olsa ya! Cümlenin en edilgen şeklinde aksak. Müdahale etmeden, dokunmadan, etkilemeden ve etkilenmeden sürse. Hep aynı kalsak! Bulunduğumuz yer hiç değişmese, duran insanlar olsak. Sanırım hayatımın en karmaşık zihinsel süreçlerinden birini yaşıyorum. Ruhumdan geçtim bedenim bile aklımdan geçenleri taşıyamıyor. Çevremde konuşabileceğim insan sayısı çok az. Yalnızlık böyle bir şey! Kalabalık ve tenha tezatlığını anlatırken hareket noktamız sadece insan oluyor. Ne saçma! Ya zihnimdeki kalabalıklığı ne yapacağız? Ya da çevremde 20 kişi olmasına rağmen tenhalığı? Her gün onlarca insanla zoraki etkileşimlerde bulunuyorum. Ne durumda olurlarsa olsunlar -cahil, bilgisiz, okumayan- koşulsuz sevdiğim insanları hariç tutarak, diğer insanlarla konuşmaktan nefret ediyorum. Bana bir şey katmayan biriyle vakit harcamamalıyım. Çok bencilce görünüyor olabilir; fakat şuna tahammülüm yok artık: üniversite eğitimi almış, bir alanın bilgisine sahip ve adı "öğretmen" olan birinin cahilliğine tahammül edemiyorum.

Bazen çocuklarımı alıp eve kapatmak istiyorum. Elbette onlar benim projem değil. En azından yıllarca bilinçaltlarından temizleyemeyeceğimiz fikirlerle donanmazlar. Saçma sapan duyarlılıklar kazanmazlar. başkalarının suçunu omuzlamazlar. Kederi, vicdanı, mutluluğu kendileri doldururlar. Başkasının kederini, mutluluğunu, vicdanını kendilerininki zannetmezler. Zihinleri bu kadar berrakken onu şekillendirmeleri için onlara fırsat tanımalıyız. Onlara fırsat tanıyan bir eğitim sistemimiz yok. Elbette yola nasıl çıkacağını göstermeliyiz. Fakat yolu biz tayin etmemeliyiz. Yürümek istediği yol ne olursa olsun koşulsuz sevgimizle yanında olmalıyız. Belki bize düşen görev bir "rahatsızlık" oluşturmak. O duyguyu vermeden olmaz. Ancak rahatsız olunca soru sormaya ve yanıtlar bulmaya çalışacaktır. Anne babaya çok iş düşüyor.

En büyük sorunlarımdan birinin zaman olduğunu belirtmiştim. Ruhumun açlığını çok net hissediyorum. Onu tatmin etmem gerekiyor. Bana ait bu denli az vaktim varken nicelik değil de niteliksel okumalar yapmaya karar verdim. Ne kadar çok okuduğumla ilgilenmiyorum. En iyiyi okumalıyım. Edebiyat "en iyi"nin göreceli olduğunu söyler. Bana göre en iyi ile sana göre en iyi değişir. Otoritelerin yönlendirmelerine göre hareket etmek gerekiyor. Bir de okuma ilgilerimize göre şekillendirmeliyiz. Kim olduğumu az çok biliyorum (tüm derdim onu çözümlemek şu sıralar 'ben kimim?') ya da bildiğimi sanıyorum ya da hiçbir şey bilmiyorum. Fakat şunu fark ettim. Okurken hiç zorlanmadığım kitaplar zeki adamların kaleminden çıkmış. Hayal kurma özürlüyüm. O nedenle hayallerin uçsuz bucaksız olduğu metinleri okurken günlerce elimde kalıyor. Öte yandan otobiyografik ögelerle bezenmiş metinleri bir çırpıda okuyabiliyorum. Zeki değilsem bile zekaya aşığım. Metinde zekayı bulma gibi bir kabiliyetim de var. O nedenle son günlerde okumaya başladığım Julien Barnes'ı ve Stefan Zweig'ı hayranlıkla ve haz alarak okuyorum. Bu arada niteliğe ek olarak niceliği de ıskalamamış oluyorum. Murat Menteş'i de Alper Canıgüz'ü de bu nedenle çok seviyorum. Hayalci bir romantik değilim. Belki de o yanımı görmek istemiyorum (30'undan sonra Özlem'i çözeceğim inşallah).

Daha çok okumalı, okuduklarımız üstüne -bizi anlayacak insanlarla- daha çok konuşmalıyız. Şimdilik bir insanın "kendini gerçekleştirmesi" yolunda daha iyi bir yöntem bilmiyorum. Edebiyatla nereye ulaşırız ki en fazla esintilerin olduğu bir deniz kıyısı, huzur bulunan sevgilinin yanı başı, şiddetli bir irtifa kaybı, abartılmış duygular diyenler var. Öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. İyi ki edebiyat var diyorum şu günlerde. Çelişkilerle dolmamı sağlayan yegane liman.

Hoşça kal!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder