19 Ağustos 2011 Cuma

Mektup Aşktan Daha Acı

Psikeart'ın temmuz-ağustos dönemi için hazırlanmış "Aşk Acısı" sayısı özenle hazırlanmış, birçok sanat dalından, disiplinden önemli isimlerin yazılarına yer verilmiş, deyim yerindeyse bizi bizden alan bir sayı olmuştur. Edebiyat, müzik, psikoloji, psikiyatri, felsefe, tarih, mitoloji gibi bir dizi alandan birçok güzel insanın ufuk açıcı yazılarıyla bezenmiş. İki gündür aralıksız olarak sürdürdüğüm okumalarımdan beni en fazla etkileyen yazılar alanımdaki -edebiyat- yazılar oldu. Bununla beraber psikolojik ya da psikiyatrik açıklamalar da oldukça tatmin ediciydi.

Ele alınan tema "Aşk Acısı". Neredeyse bütün sanat dallarını besleyen ana damarlardan biri aşk acısı. Yalnız kalmış, terk edilmiş bir aşığın halleriyle ulaştığımız nokta. Maalesef günümüzde aşk acısı da diğer bütün duygular gibi umarsızca sömürülmektedir sanal alemlerde. Orada herkes durmaksızın ne kadar çok aşık olduğunu, ne denli sevdiğini anlatırken en sevdiğimiz şairlerin, en sevdiğimiz şiirlerini birkaç günlük, daha çok da bir anlık heveslerine kurban ediyorlar. Ne acı bir durumdur ki paylaştıkları şarkının, sözün, şiirin manası konusunda ya da derinliği hususunda en ufak bir fikirleri bulunmuyor. "Ay çok güzel!"in ötesine gidemeyen sözler...

Oldum olası Ahmet İnam'ın edebiyata çok şey kattığını düşünmüşümdür. Onun ilmi yazılarında bile edebi bir taraf bulmak mümkündür. Bir sabah Dolmabahçe'den Taksim'e giderken Boğaz'da bir köşeye oturup bir çırpıda yazdığını söylediği "Sevgiyi Paylaşmak" adlı öyküsü gerek imgeleri gerekse duygu yüklü dünyasıyla oldukça sarsıcı.

Aşk acısı ancak böyle anlatılır dediğim yazılardan bir diğeri de Küçük İskender'e ait. Sosyal medyada cümlelerine düşkün bir yığın ergene nazaran kendisine uzak kalmayı hep yeğlediğim bir isim olmuştur Küçük İskender. Fakat "Hastasından Doktoruna Aşk Brifingi" adlı yazısını bitirdikten sonra aklınızda bir dolu soru yer ediyor. Tek tek onlara kendi cevaplarınızı vermeye çalışıyorsunuz.Çetrefilli sorular ve ağızdan çıkan zor cevaplar.

"Hafıza aracılığıyla aşık olursanız sevgilinizin doğum gününü, ailesinin kökenini, uğursuz sayısını bilirsiniz; yaşadıklarınız iz bırakmaz. Hatıra aracılığıyla aşık olursanız sevgilinizle karşılaştığınız ilk gün ne giydiğini hatırlarsınız da annesinin adı bir türlü gelmez aklınıza." (Psikeart 2011:59)

Bu cümlelerin ardından kendi aşkınızı sorgulamaya başlıyorsunuz. Peki ben nasıl bir aşığım?

Dergideki hangi yazıdan bahsetsem bilemediğim bir durumdayım şu an. O kadar  güzel yazı var ki! Burada alıntılamak üzere seçtiğim metin ise son dönem modern Türk şiirinin usta kalemi Haydar Ergülen'e ait. O ki "Sis" şiiriyle belleğimizin söz kısmına adını silinmez bir şekilde kazımıştır. Mektup ve aşk bağlamı üzerinden "acı" kavramı üzerine fikirlerini, edebiyatın dil penceresinden ele alan şair yine gönlümüzün köşesine oturmuştur. Şair mektuplu dönemlerden bahsederken bugünün mektuplarını "ölü" olarak değerlendirir. Görüşlerine sonuna kadar katılıyoruz. Bizim için de mektuplar artık ölüler ikliminde yerini almıştır.

Alıntıladığımız yazıyı başka hiçbir yerde bulamazsınız. Tavsiyemiz bu sayıyı mutlaka edinin ve kitaplığınızın bir köşesinde arada okumalık olarak saklayın.

Mektup Aşktan daha Acı

Söz uçar, yazı kalır. Aşk uçar, acı kalır. "Eski acı postacı"larından biri olarak diyorum ki:
Aşkı yırtarak kurtaramazsınız kendinizi acısından, mektubu yırtarak yırtarsınız. Aşk gibi acı da bir mektup kılığında çok gitti geldi aramızda. Mektup kalmayınca kurtuldum aşktan da, acısından da.

Aşkın acısını paylaşamazsınız, paylaşılmıyor. En iyisi kendi kendinize yaşamak, ıssız, yalnız, tenha, kapalı, hatta mümkünse tek damla bile gözyaşı dökmeden, bunun için kendinizi zorlayarak yaşamanız gerek. Yoksa paylaşıldıkça güzelleşen değil, tam tersine paylaşıldıkça artan, acıyan, çoğalan, uzayan ve süren acılardan en mühimi aşkın acısı.

Yaşayan bilir, çeken bilir, yazan bilir. Aşkın acısını yaşarsın, geçer. Aşkın acısını yazarsın, geçmez. ben hem yaşayıp hem yazanlardanım. Çok yaşadım, uzun yaşadım, dolu yazdım, o yüzden aşkın acısına iki kere katlandım.

Aşk, acı, yazı, mektup. O tuhaf ve berbat acıyı sözcüklere dökmek, onu acının sahibine iletmeye, duyurmaya, hissettirmeye çalışmak, kesinlikle sıradan yazarların, şairlerin ve sıradan aşıkların işi değil.
... ... ...
Mektup acıdır, mektup aşktan da acıdır, aşk bir kere mektup iki kere acıtır. Çünkü mektup acıyla yazılır!

Bana diyorlar ki "niye bu kadar çok mektup yazdın?" Yazdım. İnsan bazen kendi acısının postacısı oluyor. Aşkı kendisi yaşıyor, yani kendi kendine yaşıyor, acısını kendisi çekiyor, mektubunu kendisi yazıyor, zarfını kendisi kapatıyor. ... İşte biz ona "acının postacısı" diyoruz.

Mektup aşktan da acıdır. Allah'tan mektup filan kalmadı da aşkın acısı yarı yarıya hafifledi, azaldı, yani öyledir sanırım, olan bana oldu, bize oldu, eski aşıklara, eski deliler, eski mektupçulara oldu. Bak eski acıları pazara götürsen kimse yüzüne bakmaz, eski aşkları roman yapsan kimse bir satırını okumaz, eski mektuplar öyle mi ya, şöyle esaslı birkaç acı mektubu varsa elinde, en azından müzelerde sergilenir: Vaktiyle bizim memlekette de ne çok Genç Werther varmış! diye. Ölmedik ama yaralı kaldık işte! Yani acım aşktan değil, benim yaram mektuptan!
                                                                                                                                         Haydar Ergülen

Bir de şarkı ekleyelim dinlemeniz ve "Ey mektup sen neymişsin?" duygu durumuna gelmeniz için. Mektuplar ölüdür ve ölüler dirilemez.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder