20 Nisan 2013 Cumartesi

Leyla The Band

Leyla ile Mecnun dizisinin pek sevdiğim kadrosu şu sıralar iki klibe imza attılar. Grubun solisti benim de sesini çok sevdiğim Ali Atay. Ali Atay'a şair-yönetmen Onur Ünlü davul çalarak eşlik ediyor. Dizinin Yavuz'u Osman Sonant klavyede, Serkan Keskin nam-ı diğer İsmail Abi ise gitarda gözümüzü, gönlümüzü şenlendiriyorlar.

İlk klip "Yokluğunda" şarkısına yapıldı. Piyasadaki birçok rock şarkısını cebinden çıkaran güzellikte. İkinci klip ise "Aşk Bitti"ye çekildi. Bence "Yokluğunda" daha iyi fakat bu şarkının da sağlam sözleri var.

Şöyle yanımda bucağımda dursun isterim. Kendilerini de pek severim.



8 Nisan 2013 Pazartesi

Üzülerek Öğrenmek

         Üzülerek öğrenilmiş bilgiler var. En sahih bilgi türü budur, çünkü insan bunu kendi kaderinden öğrenir. İnsan kendi kendinin hayal kırıklığıdır.
                                                                                     [Şule Gürbüz]

Yazmak için en uygun zamanın "yalnızlık" olduğunu öğütlediler. Yalnızlık ele geçmesi zor bir zaman arayışı. Hele yaşamları sizin kontrolünüzde olan, tüm eğlenceleri ve tutkuları siz olan iki çocuğunuz varsa!

Yalnızlığı sevdiğim yılları çok geride bıraktım. Hayatıma katılan iki kız çocuğuyla beraber en huzurlu olduğum vakitler kızlarımın çevremde dolandıkları, kafamı şişirdikleri, sorularıyla aklımı kurcaladıkları, zihnimi bulandırdıkları vakitler haline geldi. Çocuklarınız küçükse ve evin dışında bir yerlerdeyseler ya da siz işteyseniz isteseniz de rahat olamıyorsunuz. Bir huzursuzluk durumu hep peşinizde oluyor. Fakat evi dağıttıklarında, oyunlar kurduklarında, habire bir şey istediklerinde yorgun ama mutlu oluveriyorsunuz. Yalnız ve dingin olmaktansa bitkin ve mutlu olmayı herkesin tercih edeceğini düşünüyorum.

Şu sıralar etrafımı kuşatan yazar Şule Gürbüz oldu. Tüm öykü kitaplarını okumuştum ve yazarlık kabiliyetine hayran kalmıştım. Fakat nedense Bir+Bir dergisindeki söyleşi dizisi beni çok sarstı. Yazarlarla yapılan söyleşilerden farklı bir ruh var onun konuşmalarında. Öykü gibi konuşan biri. Soruların da işinin ehli ve onu yakından tanımış birileri tarafından sorulmuş olması söyleşiyi çok daha etkili hale getirmiş.

Maalesef dizinin son bölümünde söyleşiden haberdar oldum. Önceki üç sayıda da varmış. Bir önceki ocak-şubat sayısına da ulaştım fakat daha evveline ulaşmak mümkün olmadı.

"Şule Gürbüz'le A'dan Z'ye" başlıklı söyleşiyi Yücel Göktürk, Tülin Er ve Serkan Seymen hazırlamış. Bendeki bölümler, "M'den Ö'ye" ve "R'den Z'ye" uzanıyor. Dizinin birinci bölümü "A'dan D'ye", ikinci bölümü ise "E'den L'ye" kadar. Bu kadar ayrıntılı bir şekilde yazmamın nedeni ola ki bir yerlerde derginin bu sayılarına rastlarsınız beni haberdar ederek mutlu etmek istersiniz.

Söyleşiden hayranlıkla okuduğum bazı cümleleri alıntılamak istiyorum.

Yazarların vâkıf olmadıkları alanlarda yazması ve bu metinlerde teknik kusurların alması bahsinde verdiği cevap:

Bir şey bilip başkalarını onunla imtihan etme marazası bizde ata sporudur. Yazarın kendi ruh heyulası ve hayalatı içinde resmekttiği şeylere, asıl duygularını aktarmak için seçtiği temalarda teknisyen ifadesi aramak hem çok acı, hem sopalık bir şeydir. Tanpınar "Huzur"da da Ferahfeza makamını anlatmak istediği tasvirlere bir fon olarak kullanıyor. Ama bu bir yemek tarifi değildir, yenmez.

Müzikle ruhsal tedavi hakkında düşünceleri sorulduğunda:

İnsan kas gevşetici, dinlendirici, huzur verici bir makamdan bir şey dinleyip de denilen duygulara sahip oluyorsa, bence zaten bir şeyi yok demektir. Kalkıp gidebilir.

İnsan yaş aldıkça nostaljinin kaçınılması güçleşen bir hâl olduğu belirtilip fikri sorulduğunda:

İnsan yeni gelen zamanın artık geçmişe devredilemeyeceğini, yaşandığı yerde kalacağını, inşaya yaramayacağını anladığı vakit dönüp kullanabileceği bir şey aramaya başlıyor. O da elbet geçmişten başkası olamıyor.                  ....                ....                  ....

Nostalji bana göre, başka hayatları gördükten, az çok işten anlar olduktan sonra, kendinde olmayanları özleme ve bir vakit onları olmuş varsayma marazasıdır.

"Mükemmel saatleri yapan ustaların adları biliniyor mu?" sorusuna cevaben bir yerde:

Perişanlığa çok hayranım, el uzatmamaya, yapmaya ve dönüp bakmamaya çok hayranım, inşallah ben de perişan olurum, permeperişan olurum ki yaşamış olayım.

İnsan bazen olgun bir insanla konuşurken, dertleşirken, onun seni dehşete düşüren tuhaf bir kabulle karşılayışını, yapılanların ve içine düşülen çukurun hayatın tabii engebelerinden olduğunu, herkesten biri olduğunu söyleyebildiği an, hatalar ufalır, insanın adımları karışmaz ve tekrar yürüyebilir ya, işte yürüyebilmeyi sağlamak gerekir.

Mükemmel saatleri yapan Mevlevi saat ustaları hakkında:

Sonuçta her toplumun dehası vardır, rahat duramayanı, hayatı beğenmeyeni, ondan ve sunduklarından utananı vardır. Neyse ki, böyle bir şey ince bir damar olarak her zaman vardır. Binlerce arsıza bir saz benizli düşer, binlerce miskine bir hayal içinde yaşayan, binlerce yeri eşeleyen, meyveye daha çiçekkken ağzı sulanan, denize denize baktığında lüferi düşünen, kuzuyu oğlağı kebep sanan, kuşun kanadını, balığın yüzgecini kıskanana karşın kendinden utanan, sağlığından utanan, aldığı havadan utanan vardır. Benim zaten dünyadan anladığım ve bütün o her şeyi, altı milyarı sıyırdığımda elimde ve aklımda kalan hep o soydur.

                                                                                                               Bir+Bir Sayı 20/21

Buraya aktardıklarım yazıdan bir damla, Şule Gürbüz ise bir deniz. Yakında bir kitabının çıkacağı haberi dolaşıyor Twitter'da, umarım doğrudur.









1 Nisan 2013 Pazartesi

Ankara 2 - Birhan Keskin

Bilen bilir Ankara'yı tutku derecesinde severim. Hakkında yazılanları okumaktan büyük bir haz duyarım. Hatta yazılarda nefret ya da küçümseme gördüğümde bile içten içe Ankara'dan bahsediliyor oluşu mutlu eder beni. En son Ruhi Mücerret'te rastladım Ankara'ya. Pek sevmiyor roman kahramanı Ankara'yı. Oldukça iddialı cümleleri var bu hususta: "Ankara'da yaşamaktansa, İstanbul'da ölmeyi yeğlerim." Üzücü ama 100 yaşındaki bir adamı hoş görmekten başka seçeneğim yok.

Fotoğraflarda güzel çıkmıyor şehrim. İstanbul kadar görkemli değil! Bu onu sevmeye engel mi? Tek bir engel yok aramızda. Uzaklıklar da olmaz inşallah.

Bir röportajında Birhan Keskin: “Yaz’ları benim günüm geçmiyor aslında. Ben sadece Yaz’ın bitmesini bekliyorum. Hatta Yaz’la ciddi bir problemim var,” demiş. Ondan farklı düşünmüyorum. Hele onun da belirttiği gibi yaş aldıkça daha bir sevmez oldum yaz aylarını. Fakat bu şehrin sadece yaz aylarında göreceğiniz tenhalığını da çok seviyorum. Yazı bile çekilir hâle getiren şehirdir.

Hakkında nefis şiirler yazılmıştır sevilen şairlerin kaleminden:

Ankara 2

Halimi anlatacak sözler yazamam artık
Bu kavruk mektuba
Rüzgârdan yan yatmış otlar koydum
Gerisini sen anla.

Ankara,
Kekliğinim, boynumda bir siyah halka.

Birhan Keskin
-Y’ol- (sf 68)